İbrahim GÜRBAŞ


KONUŞMAK


Günlük yaşamın normal halleri deyip konuşur dururuz. Tabii ki konuşmak, konuşarak anlaşmak güzeldir ve insanlar arasında bir erdemliliğin göstergesidir.  Ama bazı konuşma halleri vardır ki, gerçekler şizofrenik bir şekilde saptırılır. Öyle ki belli bir zaman geçtikten sonra söylediğinin gerçek olmadığını bilen kişi bile inanmaya başlar. 

İşte konuşmanın en tehlikeli olanı da budur. Ortaya bir konu atıldığı zaman orada bulunanların her birinin kafasında o konu hakkında söyleyecek bir şeyler vardır, bir anı, bir fikir, bir proje…  Yani her beyin o konu ile ilgili bir nöron çatışmasına girer ve ortaya farklı fikirler çıkar.  Her kafada bir değil, belki aynı konu ile ilgili onlarca söylenecek söz doğar.  Şimdi at ortaya ekonomik bir konu herkes ekonomiden ahkâm keser.  Modadan dem vur, ona keza.  Tabii ki böyle olmalı. Yoksa bir nimet olan hayal ve hayal sonrası gerçekler hayatımıza nasıl girer? 

Buraya kadar her şey normal.  İşin bir de normal olmayan tarafı var.  O da bu konuşmalarda ortaya atılan fikirlerin veya söylemlerin hangisinin gerçek ya da hangisinin kafanın ürettiği hayaller olduğunu ayırt etmek.  Ayırt ettikten sonra da konuştuğun meclise ve ya kişiye bunun hangisinin gerçekle sabit, hangisinin henüz fikir aşamasında olduğunu anlatmak gerekir.  

Bazılarımızın hayal gücü o kadar geniş ki, bazen konuşurken bile karşımızdakileri ciddi anlamda etkileyebiliyoruz.  Eğer burada art niyet kullanırsak,  geri dönüp kendi karakterimizi bir sorgulamamız gerekir. Art niyetli değilsek zaten topluma ya da kişiye hatta ve hatta canlıya zarar vermemiz mümkün değil. 

Konuşmak çok ama çok önemli. İnsanın karşısındaki kişi ya da kişilerle iletişim kurması buna bağlı. Çoğumuz konuşmayı beynimizin yorumlayıp dilimizin söylediği kelimeler topluluğu olarak algılar.  Hayır, konuşmak sadece bundan ibaret değildir. Konuşan insanın dili ile söyledikleri,  kurmak istediği iletişimin sadece yüzde 40´ını temsil eder. Diğer yüzde 60´lık dilim konuşanın vücut dili ile ilgilidir.  Yani anlattıklarını ‘Böyleyken böyle´ diyerek uzatsa da vücut dilini okuyan bilinçli bir dinleyici, konuşmacının böyleyken böyle dediğinin aslında böyleyken hiçte böyle olmadığını anlar.  Hayvanlarda bu hissiyat çok daha fazladır. Dikkat ederseniz bir hayvan sizinle iletişim kurduğunda doğrudan gözlerinizin merkezine bakar. 

Çünkü sizi gözlerinizden çok rahat okuyabilir. Onlarda muhakeme ve yorumlama yeteneği olmadığından yaptığınız küçük bir yapmacık hareket dikkatini çeker. Bu durumda ya size saldırır, ya da oradan hemen uzaklaşır.  Hayvanlardaki bu hissiyatın aynısı emin olun insanda da vardır.

Ama biz yorumladığımız için yani olasılıkları da hesaba kattığımız için karşımızdakinin samimiyetini daha geç fark edebiliriz. Erken fark etmiş olsak bile zaman zaman ona karşı rol misillemesi yapar ve zamanı uzatırız.  Her iki tarafta samimiyet derecesinin farkına vardığında ise konunun hiçte anlatıldığı gibi olmadığı anlaşılır.  Hayatın samimiyeti her yönü ile bizi kaplamıştır. Biz ne yaparsak yapalım, dönüp dolaşıp yine kendi gerçeğimizle yüz yüze kalırız.  İnsanın en çok konuştuğu kişi yine kendisidir. Yani kendi kurguladıklarımızla kendi gerçeklerimiz yine kendimizdedir.

Dışarıya aksettiklerimizi seçme iradesi de kendimizde olduğu için  anlattıklarımızdan  ve topluma olan etkileşimlerinden olumlu ya da olumsuz biz sorumluyuz.  Gerçeklerimizin bize yüklediği sorumluluklar ve ifade ettiklerimizin arasındaki paralellik işte bizim karakterimizi oluşturur.  Tüm karşılaştıklarımızın sağlam karakterli kişilikler olması dileği ile.