İbrahim ÇOBAN


Asıl suçlu kendimiziz


En kolay şey, suçu başkalarına atmaktır.

Ama nedense kendimiz hiç suçlu olmayız.

Hepimiz, sütten çıkmış ak kaşık gibiyizdir.

Bizi hiç kimse eleştiremez.

Suçsuz günahsız insanlarızdır vesselam.

Birkaç kişi toplandığımızda içimizden biri çıkar.

O bildik repliği söyler:

“Ne olacak bu memleketin hali?”

Diğeri hemen destekleyerek devam eder söze:

“Abi bana bıraksalar şu memleketi bak nasıl adam ederim.

Ama bırakmazlar ki”

Sonrası malum.

O anda kim hedefteyse, her şeyin suçlusu ilan edilir.

Bu kişi ya başbakandır, ya da muhalefetten bir lider.

Olmadı bir bürokrat.

Bazen de annemiz veya babamız olur.

Yahut evladımızdır.

O an kimi suçluyorsak, başımıza gelen her şeyin sorumlusudur.

Ha bir de, başka ülkelerin liderleri veya başkalarının anne babaları, evlatları mükemmeldir.

Bizim ise hiç suçumuz yoktur.

Sadece talihsizdir!

Böyle değil miyiz?

Var mı abarttığım bir yer?

İyi de biz ne zaman aynanın karşısına geçeceğiz?

Başkalarını suçlamayı bırakıp, kendi hatalarımızı ne zaman göreceğiz?

Nasıl bir toplum olduk böyle?

Yaptığımızın yanlış olduğunu biliyoruz aslında.

Ama yanlışımızı düzeltmek için tek bir adım bile atmıyoruz.

Çünkü memleketi,

 ya kahvehanede çay içerken veya meyhanede barda içki yudumlarken kurtarıyoruz.

Sonra da, ‘Neden geri kaldık?’ diye hayıflanıyoruz.

Çalışmaya üretmeye gelince herkes kayıp oluyor.

Kimse terlemeyi sevmiyor.

Çalışmadan rahat etmek istiyoruz.

Rahat edemeyince de suçluyu başka yerde arıyoruz.

Oysa suçlu kendimiz.

Başka yerde aramayalım.

Yapmamız gereken hatalarımız ile yüzleşmektir.

Hatalarımızla yüzleşip düzeltmekten başka çaremiz yok.