İbrahim ÇOBAN


Cemaatler neden güçlendi?


 

Türkler 10. Yüzyılın başlarından itibaren İslami kabul ettiler.

O dönemde Karahanlılar, Gazneliler ve Selçuklular etkili devletlerdi.

Selçuklu hükümdarı Alpaslan 1071 yılında Malazgirt Zaferi ile Anadolu’yu Türk yurdu yaptı, sonrasında da Anadolu Selçuklu ve Osmanlı Devletleri geldiler.

Yani bu coğrafyada yaşayanların büyük bölümü bin yıldır Müslüman’dır.

Osmanlı Devleti 1. Dünya Savaşı’nda yenildi ve yerine Türkiye Cumhuriyeti devleti kuruldu.

Atatürk bu coğrafyada İslâmiyet’in ne derece önemli olduğunu çok iyi biliyordu.

Osmanlı’nın yıkılmasının en önemli nedeninin İslâm dininin yobazlar tarafından çarpıtılması olduğunu da biliyordu.

Bu yüzden de, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduktan sonra yobazlara savaş açtı.

Bunu yaparken de dinin halka sade ve anlaşılır şekilde anlatılması için her türlü tedbiri aldı.

Tekke ve zaviyeleri kapattı, dilimizi Arapça ve Farsçanın istilasından kurtardı, Elmalılı Hamdi Yazır’a açık ve anlaşılır meal ve tefsir hazırlattı ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurup protokolde 3’ncü sıraya yerleştirdi.

Peki, Atatürk’ten sonra ne oldu?

Ne olmadı ki?

Atatürk’ün attığı bütün doğru adımlar yıllarca tersine döndürüldü.

1935 ve 1965 yıllarında çıkan kanunlar ile Diyanet İşleri Başkanlığı günün koşullarına göre yapılandırıldı.

Burada sorun yok.

1976 yılında da teşkilatta köklü değişikler yapan bir kanun daha çıkarıldı.

Bunda da sorun yok.

Ama bu kanunu 1979 yılında Anayasa Mahkemesi iptal etti.

İşte sorun burada başladı.

Çünkü bu iptal teşkilatta görev yapan memurların konumlarını da içeriyordu.

Bu yüzden Diyanet İşleri Başkanlığı yıllarca Araf’ta kaldı.

Yani dini halka öğretecek olanları yıllarca;

etkisiz, yetkisiz, yani oldukça tuhaf bir duruma düşürdüler!

Yeni bir kanun çıkması için ise aradan 30 yılı aşkın bir süre geçti.

Yanlış anlaşılmasın ben burada iptali eleştirmiyorum.

Eleştirdiğim iptal edilen kanunun yerine, 30 yıl süreyle yeni bir kanun yapılmamasıdır.

Şimdi bazı tespitler yapalım.

Bu toplumun yüzde 99 küsürü Müslüman olduğunu söylüyor.

Müslüman olduğunu söyleyen herkes de haliyle dinini öğrenmek ve yaşamak istiyor.

Ama dinini Diyanet İşleri Başkanı’ndan öğrenemeyenler yıllarca ortada kaldılar.

Diyanet İşleri Başkanlığı yeteri kadar etkili olmayınca da envai çeşit ehliyetsiz, ruhsatsız cemaatler bu göreve talip oldular.

İçlerinde elbette halis niyetler ile çalışanlar vardı, ama pirincin içinde o kadar çok beyaz taş var ki, onları tespit etmek yıllarca mümkün olmadı.

Yani suyunu döktüğümüz bardağın içine hava doldu.

Dinimizi öğrenecek ehil din adamları bulamayınca kimi bulursak onun peşine düştük.