Mustafa SEVİM


Muhabbet sermayeni israf etme! (1)


Osman Nuri Topbaş üstadımızın eserlerinden..
 
İktibas Sahifeler (3)
 
Sevgide ölçü nedir?
 
Sevgiyi kime yöneltmeli ve nasıl kullanmalıyız?
 
Cenâb-ı Hak, bu âlemi bizler için bir imtihan mekânı kılmıştır. Bu imtihanların belki de en ağırı, muhabbet nîmetini nasıl kullanacağımız husûsundadır.
Muhabbetin menşei, kaynağı ve Hâlık´ı, onu kalplere lutfedenCenâb-ı Hak´tır. Bir Hak dostu, bu hususta şöyle buyurur:
“Allah Teâlâ, kullarına olan şefkat ve merhameti sebebiyle onları kendi Zât´ına muhabbet beslemeye dâvet etti. Kullarından nasipsiz olanlar, bu nîmetten mahrum kaldı. Hak Teâlâ, bu günâhın bir cezâsı olarak onları, gâfil kişilerin muhabbetine giriftâr eyledi.”
Gerçekten, Hakk´a muhabbetle râm olamayanlar, fânîlerin ve gelgeç sevdâların kölesi olmaktan kurtulamazlar. Fânîleri, muhabbetin menşei olan Cenâb-ı Hakk´a tercih etmek ise, en büyük ahmaklık ve aldanıştır. Akl-ı selîm sâhibi her insan kolayca anlar ki, muhabbeti ona en lâyık olana, yâni Allah Teâlâ´ya yönlendirmek, yaratılış hikmetinin gereğidir.
Lâyıkını bulamayan muhabbetler, fânîhayâtın hazin israflarıdır. Bayağı ve süflî menfaatlerin kıskacında kalan muhabbetler, kaldırım kenarlarında açan çiçeklere benzer ki, er-geç çiğnenmeye mahkûmdur. Sokağa düşürülmüş bir pırlanta ne kadar tâlihsizdir! Liyâkatsiz bir elin haksız malı olmak, ne hazin bir ziyanlıktır!
Muhabbet ve onun zıddı olan buğz duyguları, Allâh için olmaz ise, yâni buğz edilmesi gerekene muhabbet beslenir, muhabbet duyulması gerekene de buğz edilirse, bu mânevî bakımdan bir felâket olur. Muhabbeti lâyıkına, husûmeti müstahakkına yöneltmek şarttır. Sâlihlere muhabbet, saâdetenâil eylerken, bunun zıddına, yâni gâfillere muhabbet ise, felâket getirir. Bu sebeple ebedî huzur ve saâdet için muhabbetimizi makbul ve kıymetli bir zeminde kullanmamız ve bunun için de gönlümüzü bu yönde terbiye etmemiz şarttır.
Ancak muhabbetin birdenbire Cenâb-ı Hakk´a yöneltilmesinde insan için bazı tehlikeler mevcuttur. Kalb, bir an gelir yüksek voltaja tutulmuşçasına yanmaya başlar; insan meczuplaşır. Bu ise, beşerî hayâtı ve onun îcaplarını alt-üst eder. Hazret-i Mûsâ´daki tecellî, bu hâle güzel bir misaldir:
Mûsâ -aleyhisselâm-, Tûr-i Sînâ´daCenâb-ı Hakk´ın ezelî “kelâm” sıfatına muhâtab oldu. Rabbiyle beşer idrâkinin ötesinde harfsiz, kelimesiz, değişik bir hâl ile konuşmanın mânevî câzibesi içinde büyük bir aşk ve muhabbetle kendini kaybetti. Israrla Cenâb-ı Hakk´ı görmek istedi. Ancak “len-terânî” (Beni göremezsin!) hitâbınamuhâtab oldu. Buna rağmen ısrar edince, Cenâb-ı Hak, hicaplar arkasından dağa nazar edeceğini bildirdi. Dağ, Rab´den gelen zerre kabîlinden bir nûrtecellîsi karşısında infilâk edip darmadağın oldu. Bu müthiş hâl karşısında Mûsâ -aleyhisselâm- bayıldı ve istiğfâr etti.
Bir peygamberin bile tâkatini eriten bu büyük ve ânîtecellî de gösteriyor ki, muhabbette kademe kademe ilerlemek zarûrîdir.
Bu meyanda ana, baba, zevc, zevce ve evlât sevgileri ile, sahip olunan maddî-mânevînîmetlerine duyulan bütün sevgiler, Hakk´a muhabbet yolunda bir vâsıta telâkkî edilmelidir. Gönül, bu beşerî muhabbetlerle olgunlaşarak ilâhî muhabbete hazırlanmalıdır. Fakat kalbi, bu merhalelerde takılıp kalmaktan korumak gerekir. Çünkü “Hüsn-i Mutlak”a âşık olanlar, gölge varlıkların, aynadaki sûretlerin, fânî ve izâfî varlıkların muhabbetinde takılıp kalmazlar.
(Devamı yarınki yazımızda)