Mustafa SEVİM


Muhabbet sermayeni israf etme! (2)


Osman Nuri Topbaş üstazımızın eserlerinden..
 
 İktibas Sahifeler (4)
 
Hazret-i Mevlânâ, ne güzel buyurur:
“Dünyâya gönül verenler, tıpkı gölge avlayan avcıya benzerler. Gölge nasıl onların malı olabilir? Nitekim budalanın biri, kuşun gölgesini sımsıkı yakalamak istedi. Ama dalın üzerindeki kuş bile buna şaştı kaldı.”
Yine Mevlânâ Hazretleri Mesnevî´sinde bir hikâye nakleder:
Halk, Mecnûn´un hâline acıyıp:
“–Leylâ´dan vazgeç artık; ondan daha güzel­ler var!” dediler. Mecnûncevâben şöyle dedi:
“–Dış görünüş ve maddî sûretler âdeta bir testi gibidir. Güzellik de testinin içindeki ilâhî muhabbet şerbetidir. Bilin ki Hak Teâlâ, bana bu şerbeti Leylâ´nın testisinden ikrâm etmektedir. Siz testinin zâhirine bakıyorsunuz, fakat içindekinden ha­beriniz yok!..”
Mutlak güzellik, Allâh´ın güzelliğidir. Kâinatta gördüğümüz bütün güzellikler, ancak Hakk´ın güzelliğinden akseden pırıltılardır. O hâlde damlaya takılıp deryâyı unutmak, insanın kıymet ve haysiyetine yazık etmesi demektir.
Eğer Mecnûn´un gönlü, Leylâ´ya takılıp kalsaydı, o, kendisine put olacaktı. Lâkin Leylâ, Mecnûn için geçici bir rol oynadı. Mecnûn´un kalbini ilâhî aşka muhâtab olabilecek bir seviyeye yükselttikten sonra Leylâ gözden düştü. Mecnûn, Leylâ´dan yola çıkarak kalbini Mevlâ´ya yöneltme mahâretini gösterdi.
Buna göre fânî muhabbetler de, meşrû ölçüler içinde olmak şartıyla ilâhî muhabbet yolunda kalbin seviye kazanması için lüzumludur. Yeter ki bu muhabbetler, kalb için son durak olmasın. Eğer Mecnûn, Leylâ´yı aşamasaydı, bir değer ifâde etmezdi. Diğer sayısız meçhul mecnûnlar gibi fânî ve izâfîsevdâlarda kaybolup giderdi. Fakat Leylâ, muhabbetlerin zirvesi olan muhabbetullâh´a erme yolunda bir merhale oldu.
Muhabbet, sevilen varlığın ehemmiyet ve mükemmelliği nisbetinde bir kıymet ifâde ettiğinden, beşerî muhabbetlerde ulaşılabilecek zirve, Rasûlullâh -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-´e duyulan muhabbettir. Çünkü insanlığın muhabbet meyline O´ndan daha lâyık bir insan tasavvur olunamaz.
Rasûlullâh´ınrûhâniyet dokusuna yabancı kalanlar ve O´na muhabbeti yaşamayanlar, Allah muhabbetinden de mahrum kalırlar. Allâh´a muhabbet deryâsına götürecek olan yegâne rahmet ve muhabbet pınarı, Peygamber Efendimiz´dir. Öyle ki Hazret-i Peygamber´e muhabbet, Allâh´a muhabbet; O´na itaat, Allâh´a itaat; O´na isyan, Allâh´a isyan sadedindedir. Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur:
(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allâh´ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın…” (Âl-i İmrân, 31)
Muhabbetin Allâh´a yöneltilmesi, önce Hazret-i Peygamber´in muazzez varlığını, sonra Hak dostlarını, daha sonra da bir huni gibi genişleyerek Allah katında makbûl olan her varlığı, makbûliyet derecelerine göre sevmeyi îcâb ettirir. Hazret-i Peygamber´e ve O´nun vârisleri olan ehlullâha muhabbette bereket, onlardan uzak kalmakta ise ebedî nedâmet vardır.
Dünyânın gösterişli ve aldatıcı güzelliğini gönlünden çıkaranlar, Hakk´a yaklaşmaktaki târifsiz lezzete nâil olurlar. Gönül aynası Rabbin hakîkî aşkı ile cilâlanınca, oraya her an nice güzellikler akseder; Cenâb-ı Hakk´ın sayısız kudret akışlarına şâhid olunur. Hak dostları için bizim güzellik ve câzibelerine meftun olduğumuz mecâzî renkler, kokular ve tatlar yoktur. Onlar, dünyevî süslerin ve zevklerin câzibesinden kurtulmuşlardır. Zîrâ onlar, mârifetullâha ermişlerdir. Dünyâ ilimlerinin kabuğundaki nakışı bırakmışlar, hakîkate ermişler ve oradan ilâhî sonsuzluğu seyretmektedirler.
Yüce huzûrakabûlün kapısı, muhabbet anahtarı ile açılır. Fakat muhabbet, kuru bir iddiâ olmamalıdır. Sözde kalarak özde hiçbir tesir hâsıl etmeyen boş konuşmaların hakîkî muhabbetle hiçbir ilgisi yoktur.
Muhabbetin en güzel ve mânâlıtezâhürü, sevilene “ittibâ”dır. Allah Teâlâ´ya ittibâ ise üç şekilde olur:
1. O´nun sevmediklerinden kaçınmak.
2. Sevip râzı olduğu amel-i sâlihlerde bulunmak.
3. O´nu daimâ zikrederek, her nefes ve davranışta O´nu hatırından çıkarmamak.
Böyle bir ittibâyı beraberinde getirmeyen muhabbet iddiâları, Hak katında geçersizdir.
İnsanoğlu en ağır bedeli, muhabbeti uğrunda öder. Bu fânî âlemde ödenen en ağır bedel ise, ilâhî muhabbetin bedelidir. Bu sebeple peygamberler ve onları tâkib eden Hak dostları, teblîğ ve irşadlarıyla, Allah yolundaki hizmetleriyle, ömürleri boyunca muhabbetlerinin bedelini ödeyebilme gayreti içinde yaşadılar. Böylece Allâh ile dostluğun ulvî lezzetine gark oldular.
Cenâb-ı Hak, biz kullarına lutfettiği muhabbet sermâyesini ona en lâyık olan yere sarf edebilmemizi nasîb eylesin. Sevdiklerini bizlere de sevdirsin; yerdiklerini bizlere de yerdirsin! Zât-ı İlâhî´sinin, Habîb´inin ve sevdiklerinin muhabbetini gönüllerimizin tükenmez hazînesi kılsın! Kalblerimizimuhabbetullâhtecellîleriyletenvîr buyurmadan can emânetini almasın!
Âmîn!